Eskiden aşk bir bakışa, bir "yanındayım" sözüne sığardı. Bugünse sevgi, hızla tüketilen bir alışkanlığa dönüştü. Kalpler yan yana ama yürekler kilometrelerce uzakta. O eski emek dolu sevgileri, sabırla beklenen selamları özlüyoruz.
Eskiden aşk başka bir şeydi.
Eskiden sevgi, bir insanın diğerine gözünden gönlünden dokunmasıydı.
Eskiden... Taa eskiden.
Sevdiğiniz kişi ağladığında onunla birlikte ağlamaktı aşk.
Sevindiğinde içten içe coşmaktı.
Ne eksiltmeye çalışmaktı, ne de başkasına benzetmeye...
Varsa vardı, yoksa da yoktu; ama her haliyle içtendi, samimiydi, sahiciydi.
İnsanlar, sevmeyi gerçekten bilirdi.
Sadece göz göze gelebilmek için günlerce bekleyenler olurdu.
Bir selam, bir bakış… Kalbinizi yerinden oynatmaya yeterdi.
Sevgi, kolay bulunmazdı.
Ve kolayca da harcanmazdı.
O aşkların hatırına ne mektuplar yazıldı, ne romanlar…
Filmler bile çekildi.
Çünkü sevgi ağırdı; ama bir o kadar da değerliydi.
Emekti, sabırdı, sadakatti...
Peki şimdi?
Aşk, sanki "iki kişinin sokak kavgası; herkese karşı" bir hale geldi.
Ama artık ne gerçek bir sokak kaldı, ne de uğruna kavga edilen bir sevda.
Ne direnilen bir aşk var, ne de uğrunda kaygıyla sabahlara kadar düşünülen bir kayıp...
Her şey çok kolay gibi şimdi.
Bir fotoğraf, bir beğeni, bir mesaj...
Ama her şey o kadar yüzeysel ki, bir “görüldü” bildirimiyle biten hikâyeler dolu etrafımız.
Kalpler yan yana, ama yürekler kilometrelerce uzakta.
Sosyal medya herkese bir ihtimal sunuyor, ama kimse kimseye tam anlamıyla dokunamıyor.
Ve şimdi biz, bu kalabalığın ortasında yalnızlaştık.
Çok şey yaşıyor gibi yapıyoruz.
Aslında kalbini sevgiyle besleyemeyen ruhları, güçlü görünmeye çalışan boşluklara kaptırıyoruz.
Peki ya çocuklarımız?
Onlara ne anlatacağız?
Sevgisizliği mi öğreteceğiz?
Vazgeçmeyi mi? Yok saymayı mı?
Hangi ninnilerle büyüteceğiz onları?
Bilmiyorum...
Ama bir şeyi biliyorum:
Ben hâlâ o eski sevgileri özlüyorum.
Bir bakışın her şeyi çözdüğü, bir "yanındayım"ın dünyaları iyileştirdiği zamanları…