Sosyal medya bir vitrin, ama arkasında yorgun bir nesil var. Beğeni uğruna çocukluğunu, ruhunu ve hayallerini kaybeden gençlerin trajedisi giderek derinleşiyor. Yasak değil, yönlendirme zamanı.
Artık çocuklarımız sokaklarda değil, ekranlarda büyüyor.
Oyunlar, sohbetler, ilgi ve hatta aidiyet duygusu… Hepsi internette. Sabah gözünü açar açmaz telefona uzanan, gece yatarken ekran ışığıyla uykuya dalan bir nesil var karşımızda. Ve evet, bu durum bir alışkanlık değil; bir bağımlılık.
İnternet bağımlılığı.
Ama bu bağımlılık yalnızca zaman çalmıyor.
Çocuklarımızın benliğini, ruhunu, hayallerini de beraberinde götürüyor.
En parlak tuzak ise sosyal medya.
Fenomen olmak, ünlü olmak, milyonlara ulaşmak... Tüm bu hedefler kolay para kazanma hayaliyle parlatılıyor. Ancak perde arkasında yalnızlık, tükenmişlik ve ne yazık ki bazen geri dönüşü olmayan sonlar var.
Daha 17 yaşında bir genç kızdı Nihan Candan.
Bir televizyon yarışmasında tanıdık onu. “Bu Tarz Benim”, “Bu Benim Stilim” gibi vitrin programlarda izledik. Öğretmen bir anne ve profesör bir babanın evladıydı. Hukuk okuyordu. Yani geleceği vardı.
Ama yetmedi.
Enerjisini, neşesini, hayallerini henüz çok genç yaşta tüketti.
Ve bir gün şu cümleyi kurdu:
“Instagram beni çok yordu. Uzak durun.”
Bu cümle, modern çağın sessiz çığlığıydı belki de.
Çünkü sosyal medya yalnızca bir platform değil; çoğu genç için bir varoluş alanı hâline geldi. Ve bu alan, onların gerçek kimliklerini, duygularını ve hatta ruh sağlıklarını tehdit ediyor.
Peki biz ne yapıyoruz?
“Çok izlenmiş”, “fenomen olmuş”, “sponsor almış” diye başarıyı alkışlıyoruz.
Ama çocuklarımız her beğeni için kendilerinden bir şey kaybediyor.
Favori olamazlarsa görünmez olacaklarına inanıyorlar.
Sürekli tetikte kalıyorlar, daima ‘iyi görünmek’ zorundalar.
İçeride ise yorgunluk, stres ve tükenmişlik var.
Bu trajediyi önlemenin yolu sosyal medyayı yasaklamak değil elbette.
Ama gerçek değerin, sahici başarının, dostluğun ve iç huzurun ne olduğunu yeniden anlatmalıyız. Kitap okumayı sevdirmeli, sanata ve spora yönlendirmeliyiz.
Çünkü bir gün çocuklarımız açlıktan ölürken bile, çevresindekiler hala “fenomen olmak” derdinde olabilir.
Ve bu çok büyük bir kayıp.