İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan, Yeni Şafak gazetesinde kaleme aldığı “2018’i Yeniden Anlamak” başlıklı yazısında, ana muhalefet partisinin kabine üyelerine yönelik "atanmış" söylemini hedef aldı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin işleyişine dair temel farkları hatırlatan Turan, “Hiçbir bakan seçimle gelmez ama hepsi milletin verdiği yetkiyle görev yapar. Ne eski ne de yeni sistemde bakanlar, bireysel oyla seçilmez; onları göreve getiren irade, milletin oyuyla şekillenir” dedi.
Turan, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Dışişleri Bakanı Hakan Fidan için kullandığı “pabucumun atanmışı” ifadesine tepki göstererek, bu tür üslupların siyaseti zayıflatmaya, kabine üyelerini baskı altına almaya çalıştığını savundu.
İşte Turan'ın kaleme aldığı yazı:
2018’i yeniden anlamak
Kronik Muhalefet çok sinirli.
Gerçi yeni değil, çok partili siyasi hayata geçmek kimyalarını mı bozdu nedir, yıllar yılı hep aynı tavır, aynı “kürsü efelikleri”. Öyle ki, bu mizansenlerle 27 Mayıs Darbesi’ni tetiklemeyi bile başarmışlardı.
Yıllar geçti, genel başkanlar değişti ama üslup değişmedi. Son olarak, Dışişleri Bakanımız sayın Hakan Fidan için kullandıkları “PABUCUMUN ATANMIŞI” ifadesini, siyasi söylem olarak pazarlamaya çalışıyorlar. Bu ifadenin piar açısından analizi çok önemli değil. Ancak, iktidarın siyaset ve söylem alanını küçültmek için muhalefetin sürekli olarak “atanmış-seçilmiş” meselesine atıf yapması, bizce değerlendirmeye ve -teşbihte hata olmaz- “siyasi psikanaliz”e tabi tutulması gereken bir konudur.
DÜNDEN BUGÜNE “KABİNE KURMA YETKİSİ”
Milli iradenin kararıyla, hükümet sistemi olarak “Parlamenter Sistem”den “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli” adı verilen sisteme geçildi. Pek çok özelliği arasından konumuzla ilgili olan kısmını kısaca özetleyelim: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli’nde; millet, Cumhurbaşkanını seçer, milletvekillerini seçer, Cumhurbaşkanı da ister milletvekillerinden isterse dışarıdan Bakanlar atayarak, kabineyi oluşturur. Peki, eski sistemde nasıldı? Millet Başbakanı seçer, milletvekillerini seçer; Başbakan, milletvekilleri arasından kabineyi oluştururdu.
Demek ki icranın başındaki kişi, her iki sistemde de millet tarafından seçiliyor ve her iki sistemde de icranın başındaki kişi, milletten aldığı yetkiye dayanarak bir kabine kuruyor. Kişilerin Bakan olmasına karar veren, milletin seçtiği Cumhurbaşkanı veya Başbakan. Bu anlamda her iki sistemdeki Bakanlar da aslında milletin verdiği “kabine kurma yetkisiyle” atanarak Bakan oluyor. Ne eski ne de yeni sistemde, Bakanlar, seçimlere “Bakan adayı” olarak katılmıyor. Eski sistemde Bakan olan kişiler, seçimlere katılmış milletvekilleri ancak, seçimlere “milletvekili” olmak üzere katılıyorlar, yani seçilmişlikleri, milletvekili olma açısından bir seçilmişlik. Onları Bakan yapan irade, milletin oyuyla Başbakan olarak belirlenen kişiye yine milletin oyuyla verilen “kabine kurma yetkisi”. Bu basit özetin bile bize anlattığı şudur: Hiçbir Bakan, sizin “PABUCUNUZUN” bakanı değildir, Milletin verdiği yetkinin Bakanı’dır. Dün Başbakan Bakanlar Kurulu’nu oluşturuyordu, bugün de Cumhurbaşkanı. Her ikisi de milletten aldığı “kabine kurma yetkisi” ile bunu yapıyor.
ALİ CENGİZ OYUNU
Nedendir bilinmez, ana muhalefet, buradan bir “siyaset yapma yetkisi yok” tezi uydurarak kabine üyelerinin siyasi kimliklerini tırpanlamaya, onları baskılamaya ve “atanmış” etiketi ile güya itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bu, ne hukuken ne de etik açıdan doğru bir siyasi dil değildir. Bu ülkenin her Bakanı ve hatta Bakan Yardımcıları, hükümetin parçasıdır, millet iradesinin bir sonucudur ve dolayısıyla siyasi bir kimlikleri vardır. Çünkü bizatihi hükümet, siyasi yönü olan bir yapıdır. Milletin verdiği yetkiyle ve onun siyasi tercihine göre “yürütme” görevini yerine getirir. Millet sağ siyaset tercih etmişse, hükümet sağ siyasete uygun bir yürütme yerine getirir, sol siyasi görüşe destek verirse de sol siyasi görüşte bir hükümet teşekkül eder. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi?
Bakanlara “atanmış” etiketi yapıştırmak isteyenlere şunu hatırlatmak isterim: Bu ülkede Bakanlar Kpss ile atanmıyor. Kabine görevini tamamladığında, Bakanlar 657’ye tabi devlet memurları gibi veya bir Genel Müdür gibi kariyerlerini devam ettiremiyorlar. Hükümet düştüğünde, Bakanların da görevi son buluyor. Bu itibarla, kabine üyesi bir Bakan siyasi bir söylem kullandığında, keza bütçe görüşmelerinde icraatlarını anlatırken veya sorulara cevap verirken muhalefet sıralarından bağırıp çağırarak yüzlerine karşı parmak sallanması ve “sen atanmışsın, şunu diyemezsin, bunu söyleyemezsin” gibi bir tavırla baskılanmaya, hatta modern tabirle “zorbalanmaya” çalışılması bir siyaset değil, olsa olsa yepyeni bir Ali Cengiz oyunudur.
MİLLETİN VERDİĞİ SİYASİ KARAR
Galiba 2018’de yaşadığımız değişimi yeniden anlamaya ve anlatmaya ihtiyaç var. O zaman adım attığımız Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli, siyasetin alanıyla ilgili bir değişim değildir. Bu değişimin yürütme konusundaki ana teması, yönetimde karar alma hızını ve uygulama etkinliğini arttırmak, hükümet kurulurken faydalanılacak sahayı genişletmek, koalisyon hükümetlerinin oluşturduğu istikrarsızlıktan kurtulmak ve meclis çalışmalarının kabine üyeleri üzerine getirdiği mesai yükünü azaltarak icraya daha yoğun şekilde odaklanmalarını sağlamaktır. Ancak bu değişim, kabine üyelerinin siyasi vasfını yok etmek, daha açık bir ifadeyle Bakanların siyaset yapmasını yasaklamak değildir.
Dolayısıyla bu yeni yapıya bakarak yürütmenin siyasi söylem ve tavırdan uzaklaşması da bir anlamda muhalefetin tutunmaya çalıştığı “atanmış-seçilmiş” söylemine alan açmış olabilir. Şu nokta gözden uzak tutulmamalıdır: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli’nin teorisinde, bütün siyasi yükü Cumhurbaşkanı’nın omuzlarına yüklemek, siyasi figür sayısını 1’e indirmek yoktur. Bakanlar, hükümete atanmış olmanın hakkını vermek ve siyaset üretmek durumundadır. Çünkü neticede, Bakanlar Kurulu’nun varlık sebebi, milletin verdiği siyasi bir karardır. Bakanlar bürokrat kökenli insanlardan seçilebilir ama bir Bakan, kesinlikle yüzde 100 bürokrat değildir. Hükümet üyesi olduktan sonra her Bakan, milli iradenin oy verdiği bir siyasi görüşün parçasıdır. Dolayısıyla bu realiteye göre davranmak, o siyasi görüşe göre politika üretmek ve o siyasi görüşün, içinde bulunduğu partinin görüşleri doğrultusunda siyaset yapmak, siyasi faaliyetlerine katılmak, açıklamalarda bulunmak, işinin doğası gereğidir.
PABUCU TERS GİYDİRMEYE DEVAM
Tüm bunlara bakıldığında “PABUCUMUN ATANMIŞI” söylemi, sahibinin hanesine yazılmış bir utanç ve üslupsuzluk örneği olmaktan öteye gidemez. Hiçbir siyasi kazanım getirmez. Hiçbir yolsuzluk dosyasının üstünü örtmeye de yetmez. Aslında onların ne umduğu, pek de bizim konumuz değil. Önemli olan bizim bu söylemi, icraatımızla, siyaset yapma isteğimizle ezip geçebilmemizdir.
Darbe ürünü anayasalarla siyasetsizleştirilmeye çalışılan eski sistemin yerine, Milli İradeyi ve demokratik siyaseti güçlendiren bir hükümet sistemine geçiş yaptık. Bu önemli bir değişimdir. Elbette ki yerleşik alışkanlıklar, algılar ve farklı beklentiler olabilir. Keza yeni sisteme dair yeni öneriler de olabilir. Bu gayet normaldir ve açık yüreklilikle karşılanmalıdır. Ancak, atılan veya atılmak istenen adımlar siyaset alanını daraltmaya değil, genişletmeye yönelik olmalıdır. Aksi takdirde, darbe anayasalarının tuzaklarına düşeriz.
Siyasetin teorisini de pratiğini de iyi bilen bir siyasi harekete mensup insanlar olarak, kabinesiyle ve parti teşkilâtıyla, Kronik Muhalefet’e papucunu ters giydirmeye devam etmeliyiz.