Şair Niyazi Gedik'in Haber7 için kaleme aldığı, "Bir tel koptu divan sazından" başlıklı yazısı şöyle:

Bir tel koptu divan sazından. Türküler sustu ve bir kıyamet koptu edebiyat dünyasında. Edebiyatın kadim ve asil yapraklarından biri daha düştü. Fakat solmamak üzere, unutulmamak, bâki kalmak üzere düştü.  Türkçenin ses bayrağı, dertlisi ve sevdalısıydı. Bize dil şuurunu kazandıran isimlerden biriydi. Muhteşem hitabeti ve güçlü kalemiyle kalem ve kelâm erbaplarına hep ilham kaynağı oldu.

İlk olarak gençlik yıllarımda seyahatname diyebileceğimiz “Üsküp’ten Kosova’ya” kitabıyla tanımıştım onu. Muhteşem bir Türkçe ve akıcı üslubuyla kaleme aldığı bu kitap başucu kitaplarımdan oldu diyebilirim. Kaybedilen yitik cennetimizi ve kaybedilen medeniyetimizi, kaybedilen kardeşliğimizi hüzünle anlatıyordu âdeta. Târihi ve millî hassasiyetlerimizi dile getiriyordu o kitapta. 

Şair, yazar, mütefekkir ve Türkçe’nin yılmaz müdafii Yavuz Bülent Bakiler Hakk'a yürüdüŞair, yazar, mütefekkir ve Türkçe’nin yılmaz müdafii Yavuz Bülent Bakiler Hakk'a yürüdü

Keskin dili ve kitabın ortasından konuşan o celâlli adam,  ruhları tesir altına alan çok duygulu şiirler yazdı.  Sivas’ta Ulu Cami avlusundaki yoksul çocukların derdiyle dertlenen ve o acıları edebiyatımıza ölümsüz bir şiir olarak bırakan biriydi. Hele hele “Antepli Şahin” şiiri vardır ki Gaziantep’in âdeta millî marşıdır.

Bir gün Gaziantep’te tarihi bir otelde “Türkçe’nin Yüzyılı” ile ilgili bir sunum yapıyordum. Protokolde o zaman Gaziantep Valisi olan, şimdi ise İstanbul Valisi olan Davut Gül, Gaziantep Milletvekili Derya Bakbak, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin ve Şahinbey Belediye Başkanı Mehmet Tahmazoğluvardı.

Ben, “Antepli Şahin “ şiirini okumaya başlayarak girizgâh yapmıştım .

SON DAKİKA: Turgay Ciner hakkında yakalama kararı
SON DAKİKA: Turgay Ciner hakkında yakalama kararı
İçeriği Görüntüle

Ben Antepliyim, Şahin'im ağam.
Mavzer omzuma yük.
Ben yumruklarımla dövüşeceğim.
Yumruklarım memleket kadar büyük.
Hey, hey!

Dediğim anda protokoldeki tüm Gaziantepliler sağ yumruklarını havaya kaldırmış, benimle bu şiiri okuyordu. Bir anda şaşırdım kaldım! Şiir okurken ve sunum yaparken hiçbir yerde böyle bir şeye rastlamamıştım. O an hayatımda unutamadığım çok önemli bir andır. O vakit anladım ki bir şairin, bir edebiyatçının sözlerinin kalıcı ve dilden dile geçebilmesi mutlak surette samimiyet istiyor. Orada ruhlar da şahlanmıştı, bedenler de şahlanmıştı âdeta.

Bu kaçıncı kurşundur, bu kaçıncı bismillâh
Bu kaçıncı ölüdür?
Bir türkü söylenir siperlerde her sabah
Vurun Antepliler namus günüdür!

Ben Antepliyim Şahin'im ağam
Mavzer omzuma yük
Ben yumruklarımla dövüşeceğim
Yumruklarım memleket kadar büyük

İşte bu şiir Gaziantep Şehir Müzesi’nde en güzel yerde yerini almıştır. O şiiri müzede okuyan bir kimse muhtemelen şairinin Antepli olduğunu düşünecektir. Oysa bu vatanın her karış toprağını aziz bilmiş Karabağ’dan gelmiş bir ailenin çocuğu olarak, Sivas’ın kara yağızlı yiğit delikanlısıdır. Şahin Bey, “Düşman arabaları cesedimi çiğnemeden Antep'e giremez." sözleriyle adını tarihe yazdırdı. Düşmana karşı büyük direniş gösteren Şahin Bey’e olan muhabbet neyse, Yavuz Bülent BÂKİLER’e olan muhabbet aynıdır Antep’te.

Farklı temalarda yazdığı şiirler hep zirve oldu. Kahramanlık şiirleri dilden dile, gönülden gönüle dökülürken analarımız için yazdığı şiir de zirvedeki şiirlerden biridir. Anne şiirini okurken o tertemiz heybetli adam gider, tertemiz bir çocuk kalır geride. Yanık türkülerle pencerelerden bakan annesinin o halinin ruh fotoğrafını çeker âdeta. Ve bir şiir akar yüreklere. Kimi zaman çizgi çizgi efkâr, kimi zaman elleri koynunda çaresiz bir hâl. Bu hâl aslında Anadolu kadınının çok zaman yaşadığı hüzün karesidir. Bir sosyolog gibi, bir psikolog gibi olayları doğru okuyan şair, bu hâli ruhun zirvesine taşıyarak şiir taç yaparak şiirleştirir âdeta.

Garibin anası pencerelerden
Yanık türkülerle yollara bakar
İncecik yüzünde her akşam üstü
Çizgi çizgi nokta nokta bir efkar.

…..

Açılsa üstüm biraz,duyar da gece yarısı
Kalkar yatağından gelir
Bir mübarek el usanır yorganıma usulca
Bilirim anamın elidir.

Bir merhamet bir sıcaklık bir gurur
Yavrum diyen sesinde
Ve huzurun günde beş vakit nabzı vurur
Beyaz tülbentinde, seccadesinde.

 …

“Cebeci İstasyonu ve Sen mi” desem, “Gözlerin İstanbul Oluyor Birden” mi desem, “Farkında Mısın” mı desem, “Şaşırdım Kaldım İşte Bilmem Ki Nemsin” mi desem, “Türkiyem, Anayurdum, Sebebim, Çarem” mi desem bilemiyorum. Şiirlere bile sığmayan şiir gibi bir ömürdür Yavuz Bülent BÂKİLER.Hele bir şiiri vardır ki “Bir aşk bu kadar mı temiz olur ve anlatılır?” dedirten cinsten. O hikâyeyi çok dinlemişsinizdir o sebeple o şiiri paylaşmadan olmaz.

Sözde senden kaçıyorum
Dolu dizgin atlarla
Bazen sessiz sevdasın
İpekten kanatlarla

Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla
Karşıma çıkıyorsun
En serin imbatlarda
Adını yazıyorum
Bulduğun fırsatlarla
Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla
Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla
Sözde senden kaçıyorum
Dolu dizgin atlarla

Ne olur bir gün beni
Kapından olsun dinle
Öldür bendeki beni
Sonra dirilt kendinle
Çarpsam kara sevdayı
En azından yüzbinle
Nasıl bağlandığımı
Anlarsın kemendinle

Kaç defa çıkıp gittim
Buralardan yeminle
Ama her defasında
Geri döndüm seninle
Hangi düğüm çözülür
Nazla, sitemle, kinle
Ne olur bir gün beni
Kapından olsun dinle

Şaşırdım kaldım işte
Bilmem ki nemsin
Bazen kız kardeşimsin
Bazen öp öz annemsin
Sultanımsın susunca
Konuşunca kölemsin
Eksilmeyen çilemsin
Orada ufuk çizgim
Burda yanım yöremsin
Beni ruh gibi saran
Sonsuzluk dairemsin

Çaresizim çaremsin
Şaşırdım kaldım işte
Bilmem ki nemsin

Sadece şiir yazmadı Bâkiler. Yakın tarihimiz ile ilgili söylenemeyenleri söyleyenlerin başında o geldi. “Unutamadıklarım, Kılıçlar ve Kalemler” bu kitaplardan bazılarıdır. Yakın tarihle ilgili çok önemli bilgileri cesurca kaleme aldı. Korkusuz ama bir o kadar da İstanbul beyefendisi olan zarif biriydi Yavuz Bülent ağabey. Sohbetlerinde hep memleket meseleleri, batıyla hesaplaşma ve Osmanlı düşmanlarıyla hesaplaşması vardı. Türk dünyası hayâli onun tek hayâliydi belki de.

Yavuz Bülent ağabeyin  2011’de yazdığı, Dil ve Edebiyat Dergisi’nin 28. sayısında yayınlanan  “Dilekçe” şiiri âdeta bir vasiyetname gibidir. Yavuz ağabeyin öz geçmişini seslendirmiştim 2011 yılında. O tanıtım filmini gittiği konferanslarda yıllarca yayınlatmıştı Yavuz ağabey. “Dilekçe” şiirini de o tanıtım filmine koymuştum. Bu çalışmayı çok beğenmiş ve iltifatta bulunmuştu bana. “Dilekçe”  şiirinin ilk ve son kıtasını yazarak yazımı son veriyorum

DİLEKÇE

Ben gelince, sessiz-sedasız gelmem

Nasıl geleceğimi bir ben bilirim

Bayraklarla donanır bütün meydanlar

Davullarla-zurnalarla çıkıp gelirim

….

Ben gidince, bir tel kopar divan sazından

Size göre üç-beş yakınım yürür

Yüz bin figan kopar işitmezsiniz

Beni yüz bin fâtiha alıp götürür

Mekânın cennet olsun Yavuz Bülent ağabey.

Kaynak: RSS