Dava ve Aidiyet Temelli Siyasetin Işığında: Partilerin Eksikleri ve Siyasetin Geleceği
Siyasi hareketlerin uzun soluklu başarısı ve toplumsal karşılığı, yalnızca güncel vaatlere değil, aynı zamanda kurucularının inşa ettiği güçlü dava bilinci ve tabana sirayet eden aidiyet duygusuna bağlıdır. Türk siyasetinin yakın tarihinde bu kavramları en güçlü şekilde temsil eden liderler kuşkusuz Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve Muhsin Yazıcıoğlu'dur.
1. Erbakan ve Yazıcıoğlu: Dava ve Aidiyetin Temeli
Bu iki siyasi figür, farklı ekollerden gelmelerine rağmen, siyasetlerini kişisel çıkarların ötesine taşıyan, maddi olmayan bir temel üzerine kurmuştur:
Necmettin Erbakan ve Dava Şuru: Erbakan siyasetinin özü, Milli Görüş adı verilen kapsamlı bir dünya görüşü ve ideolojiye dayanır. Onun için siyaset, bir "hizmet" ve "cihat" aracıdır. Bu durum, partilerin kapatılmasına rağmen tabanın ve kadroların dağılmamasını sağlamış, sarsılmaz bir sadakat (aidiyet) ve kararlı bir duruş (dava) ortaya çıkarmıştır.
Muhsin Yazıcıoğlu ve Karakter Temelli Aidiyet: Yazıcıoğlu, siyasetini ülkücülük idealizmi üzerine inşa etmiş, karakteri, söylem ve eylem birliği ile öne çıkmıştır. Onun siyaseti, gençlik hareketlerinden başlayarak, vefa, erdem ve ahlak gibi soyut değerler üzerine kurulmuş, kitleleri duygusal ve manevi bir bağ ile kendine çekmiştir.
Bu iki liderin başarısı, partiyi geçici bir araç olarak değil, ideolojik ve manevi bir hareketin merkezi olarak görme biçimlerinden kaynaklanmıştır.
2. Sosyal Demokrat Partilerin Geleneği ve Güncel Zorlukları
Türkiye'deki sosyal demokrat siyasetin geleneksel gücü, örgütlü bir işçi sınıfı ve aydın tabanı tarafından desteklenen köklü teşkilat kültürüne dayanıyordu.
Geleneksel Aidiyet Kaynağı: Sosyal demokrat partilerde aidiyet, tarihsel olarak sınıfsal dayanışma ve Laiklik/Cumhuriyet değerlerine bağlılık üzerinden kurulmuştur.
Güncel Eksiklikler ve Kopuş: Küreselleşme ve sendikalaşmanın zayıflamasıyla birlikte, bu sınıfsal bağlar gevşemiştir. Parti, geleneksel tabanıyla yeterince güçlü bir "dava" bilinci kurmakta zorlanmakta, bunun yerine kimlik siyaseti ve geçici ittifaklar üzerine kurulu kararsız bir seçmen kitlesine hitap etme eğilimi göstermektedir.
İdeolojik Kafa Karışıklığı: Küresel çapta sosyal demokrasinin yaşadığı ideolojik belirsizlik, partinin kendisini "merkeze" çekme çabası, tabandaki radikal sol ve sosyalist unsurlarla olan dava şuurunu zayıflatmıştır.
3. Yeni Kurulan Siyasi Partilerin Teşkilatçılık Eksikleri
Yeni siyasi partilerin çoğu (sağ veya sol fark etmeksizin), köklü dava ve aidiyet geleneğinin gerisinde kalmaktadır:
Lider Odaklılık ve İdeoloji Boşluğu: Birçok yeni oluşum, kurumsal ideolojiden ziyade, kurucu liderin kişisel popülaritesine odaklanmaktadır. Bu durum, tabanda uzun ömürlü bir dava bilinci oluşmasını engeller.
Sanal Teşkilatçılık: Teşkilat yapısı, fiziksel saha çalışmasından çok sosyal medya kampanyalarına yaslanmaktadır. Sanal teşkilatçılık, "aidiyet" değil, "beğeni" üretir.
Kadrolaşmada İstikrarsızlık: Partiler, ideolojik sadakatten ziyade, mevcut iktidar veya ana muhalefetten ayrılan tanınmış isimleri kadrosuna katmaya çalışır. Bu da parti içinde fraksiyonlaşmaya ve dava şuurunun zayıflamasına yol açar.
4. Geleceğe Doğru Evrilme: İdeolojik Sistemlerin Çöküşü ve Siyasetin Geleceği
Geleneksel partilerin yaşadığı bu aidiyet ve teşkilatçılık sorunları, siyasetin gelecekte evrilmekte gebe olduğu temel sonuçlara işaret etmektedir. İdeolojik sistemlerin krizi, siyasi arenayı dönüştürmektedir:
İdeolojik Sistemlerin Çöküşünün Sonuçları
Kimlik Siyasetinin Yükselişi (Fragmentation): Geleneksel büyük ideolojiler toplumun tamamını kapsayan çözümler üretmekte zorlandıkça, siyaset parçalanmaya başlar. Aidiyet, büyük "dava"dan vazgeçip, etnik, dini veya bölgesel kimlikler gibi dar grupların talepleri etrafında örgütlenmeye odaklanır. Bu durum, kalıcı ideolojik ittifaklar yerine, geçici ve ilkesiz ittifakları zorunlu kılar.
Popülizm ve Lider Kültü: İdeolojik boşluk, halkın basit ve hızlı çözümlere yönelmesine neden olur. Karizmatik ve güçlü liderler (popülist figürler) boşluğu doldurur. Partinin kendisi, sadece liderin kişisel söylemi ve performansının bir aracı haline gelir; uzun vadeli vizyon yerini günü kurtarma vaatlerine bırakır.
Teknokratik Yönetim Arayışı: Siyasi partilere duyulan güven azalırken, ideolojik çatışmalardan yorulan seçmen, sorunları "siyasi" değil, "teknik" çözümlerle aşacaklarına inanılan teknokratları (uzmanları) iş başında görmek isteyebilir. Bu, partilerin önemini azaltan partisiz siyaset eğilimini güçlendirir.
5. Siyasi Teşkilatçılığın Dönüşümü ve Yeni Mihenk Taşları
Geleneksel teşkilatçılık ve dava şuurunun zayıflaması, gelecekte siyasi örgütlenmeyi kökten değiştirecektir:
Yeni Teşkilat Modelleri:
Veriye Dayalı Mikro-Teşkilatçılık: Teşkilatlar, mahalle kahvelerinde değil, veri merkezlerinde kurulacaktır. Seçmenin demografik verileri ve internet hareketleri analiz edilerek, dar gruplara yönelik kişiselleştirilmiş mesajlar ve mikro-hedeflemeler siyasi çalışmanın merkezi haline gelecektir.
Aktivist Ağlar: Geleneksel hiyerarşik teşkilatlar yerine, esnek, yatay ve dijital olarak örgütlenmiş aktivist ağlar güçlenecektir. Bu ağlar, tek bir partiye aidiyet yerine, tek bir gündem maddesi (çevre, kadın hakları vb.) etrafında hızla mobilize olup dağılabilen, geçici koalisyonlar kuracaktır.
Geleneksel Teşkilatçılığın İhmal Edilmez Mihenk Taşları:
Yeni teknolojilere rağmen, sağlam bir siyasi teşkilatlanmanın ana sütunları değişmez:
İdeolojik Berraklık ve Dava Şuru: Partinin varoluş nedeni, birkaç seçim dönemiyle sınırlı olmayan, net bir felsefeye sahip olmalıdır.
Hiyerarşi ve Disiplin: Kararların üst kademeden alt kademeye sağlam ve bozulmadan iletilmesi ve uygulanması, teşkilatın mihenk taşıdır.
Yerel Kök Saldırma: Siyaset, Ankara'da değil, en küçük yerleşim biriminde kazanılır. Teşkilatçılık, en alt birimlerde güçlü, sürekli ve gönüllülük esasına dayalı kadrolar oluşturmayı gerektirir.
Eğitim ve Liyakat: Kadroların görevlendirilmesi, partinin felsefesini bilen liyakatli kişilerle yapılmalıdır.
Sonuç olarak, Türk siyasetinin geleceği, dava şuurunun yerini popülist lider performansına ve köklü aidiyetin yerini geçici kimlik gruplarına dayalı bir sistem inşa etme riski altındadır. Bu durum, siyasetin istikrar, öngörülebilirlik ve uzun vadeli vizyon üretme kapasitesini ciddi şekilde zayıflatmaktadır.
İnsanlarda Karşılık Bulma ve İkna Güçlüğünün Nedenleri
Siyasi hareketlerin ikna gücünü kaybetmesinin kökleri, makalede bahsettiğimiz ideolojik çöküş ve aidiyet krizine dayanmaktadır:
1. Manevi Çekirdeğin Kaybı (Dava Zayıflığı)
Erbakan ve Yazıcıoğlu ekollerinin gücü, sundukları siyasetin maddi beklentilerin ötesinde bir anlam taşımasından geliyordu. İnsanlar partiye bir iş bulmak için değil, bir ideal uğruna katılıyorlardı.
Ruhsuz Siyaset: Yeni siyaset, büyük vizyonlar yerine anlık ekonomik vaatlere veya geçici popülariteye odaklandığında, seçmenle aradaki manevi bağ kopar. Bu, siyasetin "ruhsuz" algılanmasına neden olur.
Güvenilirlik Krizi: İdeolojik bir duruşu olmayan, sadece seçim dönemlerinde ortaya çıkan partilerin sözlerine güvenilmez. Seçmen, partinin yarın başka bir duruş sergileyebileceği veya dağılabileceği endişesini taşır.
2. Teşkilatın Temassızlığı (Aidiyet Kopuşu)
Geleneksel teşkilatçılığın temeli, en alt birimde dahi yüz yüze temas ve gönüllülük esasına dayanır. Yeni ve sosyal demokrat partilerin bu alandaki zafiyeti, ikna sürecini felce uğratır.
Sanal İkna: Sosyal medya üzerinden yapılan kampanyalar ve retorikler, etkileşim yaratır ancak sadakat yaratmaz. Gerçek ikna, bireylerin kendi çevrelerindeki (mahalle, işyeri) bir temsilcinin samimiyetine inanmasıyla gerçekleşir.
Gönüllülük Eksikliği: Partiye sadece iş veya makam beklentisiyle katılan kadrolar, samimiyetle ikna çalışması yapmaz. Gönüllü emeğin olmadığı yerde, siyasi mesajın samimiyeti ve ikna ediciliği kaybolur. Bu, özellikle sosyal demokrat partilerin zayıflayan işçi ve emekçi tabanıyla temasını kesen büyük bir sorundur.
3. Popülizm ve Kimlik Siyasetinin Yorgunluğu
Geleneksel ideolojilerin çözülüşüyle ortaya çıkan popülist ve kimlik siyaseti, bir süre sonra seçmende yoğun bir bıkkınlığa yol açar.
Tekrar Eden Retorikler: Lider odaklı popülizm, sürekli olarak aynı düşmanlaştırma dilini ve sloganları kullanır. Bu durum, seçmenin algı eşiğini düşürür ve yeni söylemlere karşı duyarsızlaştırır.
Çözüm Yerine Çatışma: Kimlik siyaseti, sorunları çözmek yerine, sürekli farklı kimlik grupları arasında çatışma yaratmaya odaklandığı için, seçmen bu kısır döngüden kurtulmak ister. Bu yorgunluk, ikna çabalarını boşa düşürür ve insanların siyasete olan inancını azaltır.
Bu Durumun Evrildiği Nokta: Pasif ve Depolitize Seçmen
Bu zorlukların ilerleyen dönemlerde evrilmekte gebe olduğu nihai sonuç, geniş kitlelerin siyasetten kopuşu (depolitizasyon) ve pasif seçmen davranışıdır:
Yüksek Kararsızlık: Seçmenler, kendilerini temsil eden bir dava bulamadıkları için, partiler arasında sürekli gidip gelir, tercihlerini son ana bırakırlar. Bu durum, anketlerde görülen yüksek kararsızlar grubunu doğurur.
Protesto Oyu: İkna edilemeyen seçmen, çözümü lideri veya partiyi cezalandırmakta bulur. Bu da protesto oyları, beklenmedik sonuçlar ve istikrarsız hükümetlere yol açar.
Teknokratik İstenç: Siyasetin sorunları çözemediğine inanan insanlar, ideolojiyi bir kenara bırakıp, işleri ideoloji dışı, teknik yaklaşımlarla çözebilecek uzmanları (teknokratları) veya güçlü bürokratları yönetimde görmek isterler. Bu arayış, siyasi partilerin gücünü daha da aşındırır.
Sonuç olarak, siyasetçiler dava şuurunu (ne için savaştığını) ve aidiyet bağını (kimin için savaştığını) yeniden tesis etmedikçe, ikna güçlüğü ve karşılık bulma sorunu Türk siyasetinin kronik hastalığı olmaya devam edecektir.