Kuruluşundan itibaren Osmanlı ordusunun en etkili gücü olan Yeniçeri Ocağı zamanla bozuldu. Taht değişiklikleri, ulufe pazarlıkları ve isyanların planlandığı bir fitne merkezine dönüştü.
17 Haziran 1826 tarihinde büyük hadiseler sonrasında kaldırıldı. Ulemanın, halkın ve diğer ocakların desteğini alan Sultan II. Mahmut, yeniçeri ordusunun bulunduğu kışlaları top ateşine tuttu. Aksaray’daki Et Meydanında bulunan “Yeni Odalar” ile Şehzadebaşı’ndaki “Eski Odalar”ı yerle bir etti. Binlerce yeniçeriyi kılıçtan geçirdi, sağ kalanları tutuklayıp cezalandırdı. Yeniçeri Ocağının yerine “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye” adında yeni bir ordu kurdu.
Yeniçeriliğin kaldırılmasına büyük önem atfeden tarihçiler, buna “hayırlı olay” anlamında “vakayı Hayriye” dediler.
Yeniçeri kışlaları, kullanılamaz hale geldiği için yeni kışlaların yapılması gerekiyordu. Uzun arayışlardan sonra biri Anadolu, ikisi de Avrupa yakasında üç yer belirlendi: Selimiye, Davutpaşa ve Rami...
Selimiye ve Davutpaşa’da yıkıntı halinde de olsa birer kışla zaten vardı. Sultan III. Selim tarafından Nizam-ı Cedit askerleri için inşa edilip Yeniçeriler tarafından yakıldığı için kullanılamayan Selimiye Kışlası ile fetihten itibaren batıya sefere çıkan ordunun toplanma merkezi olan Davutpaşa Kışlasının elden geçirilmesine, Rami’de bulunan çiftlik arazisinde yeni bir kışla yapılmasına karar verildi.
İsmini, Osmanlı Sadrazamlarından Rami Mehmet Paşanın çiftliğinden alan arazi, hem rakım itibarıyla yüksekteydi hem de payitahtın güvenliği açısından stratejik bir noktadaydı. Özellikle batıdan gelecek saldırılar için ön cephe, Rumeli kolunda alınacak bir mağlubiyet sonrasında direnişin son mevzii olabilirdi.
Rami Kışlasının inşasına 1827 yılında başlandı ve bir buçuk yıl içerisinde tamamlandı. Binanın mimari çizimleri, plan-proje ve keşifleri devletin imar ve inşa işleri birimi olan Ebniye-i Hassa tarafından yapıldı. Müteahhitliğini Balyan ailesinden Kirkor Amire Balyan üstlendi. Kitabesi şair Çelebizade İzzet Molla’ya yazdırıldı.
Yaklaşık 220 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulan kışla, Selimiye ve Davutpaşa’dan sonra İstanbul’un üçüncü büyük askerî kışlasıydı.
Rami Kışlasının faaliyete geçtiği yıl Osmanlı-Rus Savaşı çıktı.
Savaşla birlikte kışlanın önemi daha da arttı. Sultan II. Mahmut, 15 Eylül 1827 günü gösterişli bir sefer alayıyla Topkapı Sarayından çıkıp buraya yerleşti. Askerî ve idarî karargâhını kurup savaşı buradan yönetti. Akşamları zikir halkaları ve tevhid cemiyetleri kurdu. Cephedekilere manevi destek sağlamak için akşam ve yatsı namazları arasında hemen her gün Sancak-ı Şerif Şeyhi Şakir Efendi ve Enderun ağalarıyla birlikte dualar etti.
Manevi destek ve uzaktan idare bahara kadar sürdü. Cepheden gelen haberler iç açıcı değildi. İstanbul sokakları homurdanmaya başlamıştı. Padişah, halkın tepkisini azaltmak için zaman zaman kışla dışına çıkıp Büyükçekmece ve Küçükçekmece civarında süvarilerin askerî manevralarına katıldı.
Sonunda korkulan oldu. Ruslar tarafından kuşatılan Varna, 29 Ekim 1829’da düştü. Rus keşif kolları Boğazın Karadeniz girişine kadar sarktılar. Bu durum İstanbul’u telaşlandırdı. Bir türlü ordunun başında sefere çıkamayan Sultan II. Mahmut, bu defa Tarabya civarına geçmek zorunda kaldı. Yaklaşık üç ay boyunda Tarabya Köşkünde kaldı. Buradan Boğaz civarındaki kaleleri teftiş etmekle yetindi.
Osmanlı-Rus Savaşı ağır kayıplarla bir yıl daha sürdü. 14 Eylül 1829’da şartları çok ağır olan Edirne Antlaşmasının imzalanmasıyla sona erdi. Yunanistan bağımsızlığını, Eflak, Boğdan ve Sırbistan özerkliğini aldı. Çerkesya Rusya’ya bırakıldı. Rus ticaret gemilerine boğazlardan geçiş hakkı tanındı. Üstüne yüklüce bir tazminat ödendi.
Büyük kayıplarla kapanan savaşın ardından Sultan II. Mahmut yeniden Rami Kışlasına döndü. Hem halkın öfkesinin dinmesini beklemek hem de savaşın yaralarını sarmak amacıyla buradaki ikametini bir müddet daha uzattı.
Bu arada Rami Kışlası, askerî ve idarî merkez olmanın yanında Padişah’ın kıyafet alanında yaptığı yeniliklerin de vitrini oldu. Yeni askerî bando olan Mızıka-i Hümayun burada görücüye çıkıp, çalışmalarını sergiledi.
Sultan II. Mahmut’un Rami Kışlasındaki ikameti tam 617 gün sürdü. 25 Mayıs 1830’da zafer kazanmış sultanlara mahsus gösterişli bir alayla Topkapı Sarayına geri döndü.
Kışla bu savaştan çeyrek asır sonra çıkan Kırım Savaşıyla yeniden gündeme geldi. Ruslara karşı müttefikimiz olan İngiliz ve Fransız askerleri İstanbul’daki kamu binalarına yerleştirilirken en büyük yükü Rami Kışlası üstlendi. Kışlanın bir kısmı üç yıl süreyle Fransız askerlerinin ikametine tahsis edildi.
Sultan II. Abdülhamit zamanında, Rami Kışlası civarındaki arazilerin devlet adamlarına ve saray erkânına temlik edilmesi, bölgede yeni bir hareketlenmeye sebep oldu. Zengin ve güçlü arazi sahipleri, kışla çevresinde birbirinden güzel konaklar inşa ettiler. Ama esas yerleşim, halk arasında “93 Harbi” olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında oldu. Bütün Balkanları geçip Yeşilköy’e kadar gelen Rus Ordusu, devletin bekasını tehdit eder hale geldi. Savaş sonunda Kafkaslar ve Balkanlardaki nüfuzumuzu büyük ölçüde kaybettik. Bir milyonu aşkın vatandaşımız göç yollarına düştü. Tarifsiz acılar, büyük dramlar yaşandı. Şeyhülislam Üryanizade Esat Efendinin tavsiyesiyle Rami Kışlasının civarındaki araziler Balkanlardan gelen göçmenlere tahsis edildi.
Birinci Dünya Harbini bitiren 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, yeni ve sıkıntılı bir dönemin başlangıcı oldu. Mütareke sonrası başlayan işgal 16 Mart 1920’de resmileşti. İstanbul’u belli bölgelere ayıran işgal güçleri, stratejik noktalara konuşlandılar. Bu paylaşım ve konuşlanmada Rami Kışlası Fransızlara düştü. Fransızlar, Cezayir’den getirdikleri tümenle kışlayı teslim aldılar. Kışlada bulunan çok sayıda silah ve mühimmata da el koydular.
İstiklal Harbiyle birlikte bu silahlar büyük önem kazandı. İstanbul’daki vatansever direnişçiler, silahların Anadolu’ya kaçırılmasında ölümüne mücadele ettiler. Topkapılı Cambaz Mehmet liderliğindeki direniş grubu, Rami Kışlasındaki mühimmatın büyük kısmını Anadolu’ya kaçırmayı başardı.
Cumhuriyet döneminde I. Ordu Komutanlığına tahsis edilen Rami Kışlasının askerî hüviyeti uzun bir müddet devam etti.
1966 yılında yürürlüğe giren “Rami Sanayi Planı,” kışla çevresini adeta talan etti. Küçük ölçekli sanayi işletmeleri, çarpık ve gelişigüzel yapılarıyla bölgenin tarihi dokusuna ağır darbeler vurdular. Osmanlının son yüz yılına ait hatıraları sinesinde barındıran tarihi kışla kendi haline ve kaderine terk edildi.
1971 yılında mülki idareye devredildi. Mahalli yönetimlere yeni yetkilerin verildiği 1980’li yıllarda ise kuru gıda toptancılarına geçici süreyle tahsis edildi. Bu süre neredeyse çeyrek asır sürdü.
Hoyratlık ve ilgisizliğin yok etme noktasına getirdiği kışlanın kaderi 2000’li yıllarda değişti. Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilen Rami Kışlası örnek bir restoreden geçirilerek yeniden ayağa kaldırıldı ve Türkiye’nin en büyük kütüphanelerinden biri haline getirildi.
2023 yılında bizzat Cumhurbaşkanımız tarafından açılışı yapılan Rami Kışla Kütüphanesi bugünlerde çok güzel bir etkinliği ev sahipliği yapıyor. “II. Uluslararası Çocuk Kitapları Fuarı” 26 Eylül’de başladı.
5 Ekim’e kadar sürecek fuara gidecek olursanız kitapların arasında kaybolmakla yetinmeyin. İsyanların, savaşların, göçlerin, ümitlerin ve hüzünlerin mekânı olan Rami Kışlası yaklaşık iki asırlık tarihimizin de canlı tanığıdır.
Zekeriya Yıldız / Haber7